Paris gezisi aslında hiç aklımda yoktu. Mart ayıydı, eşimin ailesi Berlin’e bizi ziyarete gelecekti. Onların ilk Berlin seyahatiydi.Eşim master için Lyon’a gittiğinde Paris’i de gezmişti. Döndüğünde epey bahsetmişti Paris’ten. Kayınvalidem de hazır Berlin’e gelmişiz ufak bir kaçamak yapalım diyince olur tabi neden olmasın dedik ve yola koyulduk. Hava limanında kayın pederimin bir tanıdığı karşıladı bizi. İyiki de tanıdık varmış. Orly hava limanı şehrin epey dışındaymış ya da bana öyle geldi, şu an pek bir önemi yok gerçi. Mart ayında olmamıza rağmen yaz günlerini yaşattı bize Paris. O kadar sıcaktı yani. Öğle vaktiydi şehre vardığımızda. Motel kayıtlarını yaptırdık, çantalarımızı odaya bıraktık ve doğru yemeğe. Önümüzde koca güneşli bir gün bizi bekliyor, fazla bekletmek ayıp olur dedik. Yedik içtik, düştük yollara.
Kaldığımız motel Montmarte’ deydi. Yakından uzağa doğru bir gezi planı yaptık.Montmarte tepesindeki Sacre Coeur (kutsanmış kalp anlamına geliyormuş) Klisesi’nden başadık geziye.Manzara muhteşemdi. Yüksek bir tepede devasa bir yapıt, bütün şehir ayaklarının altında. 50 bilemedin 100 basamaktan oluşan geniş ve oldukça dik bir merdiven. Merdivende birkaç sanatçı mini konserler veriyor, turistler fotoğraf çekiyor, başka bir yanda klip çekimi yapılıyor… Hayat tüm canlılığıyla yaşatıyordu kendini burada. Klisenin içi çok büyük ve soğuktu, ben üşümeye başlayınca kendimi güneşe attım.
Derken bir bakmışız akşam olmuş. Kayın pederim tutturdu’Eiffel Kulesi’nin ışıkladırılmış haline göreceğim ‘’ diye.Tamam tabi ki görsün, biz de görelim ; ama bu saatte mi? Biz çok yorulmuşuz ayaklarımızda derman kalmamış. O arada bir şeyler oldu tam hatırlayamıyorum ama; bizi bir kunduna getirdi. Gecenin bir yarısı… Saat olmuş gecenin onbiri. Elimizde şehir planı, metrodayız. Paris metroları meğer ne korkunç yerlermiş. Aklıma geldikçe hala ürperirim. Millet cüzdanını koynunda taşıyor o derece yani. Gürültü, patırtı…
Neyse çıktık metrodan sokağa adım attık. Yürüdük biraz, tam da yürümek sayılmaz o yorgunluk haliyle. Bir de baktım ne göreyim.Kocaman ışıl ışıl bir yapıt: Eiffel Kulesi karşımda. Ben de ilk kez yakından görüyorum dolayısıyla çok etkilenmiştim gördüğüm manzaradan. Aslında şekilsiz bir demir yığını teknik olarak bakıldığında. Ama insanı kendine baktırıyor. Hepimiz anladık ki geldiğimize değmiş. (ertesşi gün gündüz gözüyle o kadar da alımlı değildi iyiy ki gece görmüşüz manzarayı ) Oradan çıktık ben sanıyorum ki motele dönüyoruz.Büyük aldanış. Meğer oradan da Notre Dame Katedrali’ne gidiyormuşuz.Yorgunluk bir yandan,uykusuzluk öbür yandan insan algılayamıyor tabi neler olup bittiğini. Gayet normal. Bu Avrupa ülkelerinin bütün tarihi yapıları gayet devasa büyüklüğe sahip sanırım. Notre Dame’ı da ışıklandırmışlar. Saat olmuş sabahın biri. Bir de ne göreyim katedral insan kaynıyor. Turist kafilelerinin fotoğraf makinelerinden flaşlar patlıyor sürekli. Notre Dame’ı da gördük, motele döndük.Gerisini hatırlamıyorum. Ne zaman motele geldik, o merdivenin basamaklarını nasıl çıktım, ayakkabılarım ne ara çıktı ayağımdan hiçbir fikrim yok… Emre Aydın’nın da dediği gibi ‘’ben kimim ben nerdeyim’’ modundayım.
Her gecenin bir sabahı olurmuş da bu kadar erken mi olmalı bu sabah. Güneş azıcık geç doğsa bir günlüğüne olmaz mıydı. Olmazmış. Sabah kruvasan, kahve, reçel vb…eşliğinde ölümüne kahvaltımı yaptım. Biliyorum daha bir sürü yer var gezilecek. İlk durak Louvre Müzesi… Dışardan bakınca bir iki saatte tamamıyla gezilir diye bir hesap yaptım. Matemematiğim beni yine yarı yolda bıraktı. Meğer Louvre Müzesi 7 bölümden oluşuyormuş. Her bölümü 45 dakikadan hesaplasan kaç eder?Neyse epey bir vakit ediyor sonuç olarak. Müzeden girdik içeri, başladık geziye. Bir ara herkes birbirini kaybetti. Ben fotoğraf çekiyordum bir de baktım bizimkiler ortalıkta yok. Etrafta milyon tane turist. Eyvah dedim. Telefon ne büyük bir icatmış gerçekten orada anladım kıymetini. Doğu Sanatları bölümünden girdik,Yunan eserlerinden çıktık. Bir ara Mısır sanatlarının bulunduğu bölümde kaldık çıkamadık bile… Sebebi malum.
Fakat benim en sevdiğim iki bölüm vardı: Birisi Napolyon için hazırlanan bölüm diğeri heykellerin olduğu üzeri camlı bahçe kısmı…Toplamda 4-5 saat süren müze gezisinden sonra yemek molası verip Versay Sarayı’na gittik. Ama ne saray. Muhteşemdi gerçekten. Sarayın bir bahçesi vardı ki başlangıcından sonuna kadar bir saatte gidiliyordu.
Oradaki serüveni de tamamladıktan sonra 1950 metre (ben ölçmedim ) uzunluğundaki Champs-Elysees caddesinde bulduk kendimizi. Caddenin başında Napolyon’un yaptırdığı Arc De Trimphe (Zafer Takı diye dilimize çevrilmiş) ile başladık geziye. Bu yapıtın altında 1.Dünya Savaşında hayatını kaybeden askerlerin anıtları olduğu söyleniyor. Ben görmedim bilmiyorum. Champs-Elysees caddesinde neredeyse bütün mağazalara girdik kayınvalidemle. Liseli kızlar gibi kıyafetlere baktık. Paris modası bana göre değilmiş onu anladım. Benim gibi mütevazi giyinenler için pek bir seçenek göremedim. Biraz dinlenmek için Starbucks’da oturup yedik içtik. Enerjimizi ve kalorilerimizi aldıktan sonra Saint (Sen) nehri kıyısında biraz gezindik. Vakit çok çabuk geçmiş olacak ki uçak saatimiz yaklaşmıştı. Orly hava limanına doğru yola koyulduk, uçağa bindiğimi gayet net hatırlıyorum. Bir ara gözümü kapatmıştım, açtığımda uçak çoktan inişe geçmişti bile…
Fransa'dayim 3 yildir bi Paris'e gidemedim :) Iyiki gezmissiniz canim oh ne guzel valla
YanıtlaSilGüzel bir anı kaldı bize.İyi ki gitmişiz gerçekten de:)Fotoğraflara bakınca amma da gezmişiz diyorum.Bence sen de en kısa zamanda gezi planlarına ekle burayı...
YanıtlaSildiğer blogdada okumuştum burda yine severek baştan okudum mericim iyiki yazmışsın bu geziyi:))
YanıtlaSilgitmek istediğim yerlerden sende çok iyi anlatmışsın:))
Merhaba,
YanıtlaSilBloğumu ziyaretiniz için teşekkür ederim. Bu vesileyle ben de sizin bloğunuzu keşfettim.
Paris insanı kendine aşık eden bir şehir değil mi? Özlüyor insan. Yazınız ve fotoğraflarla hasret gidermiş oldum.
Bu arada ben de sizin takipçinizim artık:)
sevgiler,
beyza
Aramıza hoş geldin Sevda:)Güzel sözlerin için çok teşekkür ederim.Umarım güzel vakit geçirirsin bu sayfada.
YanıtlaSil